İngiltere’nin Newcastle Üniversitesi’nden bir grup araştırmacı arılarla yaptıkları deneylerde hem arıların davranışlarına ve hem de laboratuarda ölçülen nöroaktarıcı (dopamin, oktopamin, ve serotonin) düzeylerine bakarak, kızdırılan arılarda “ruh hali” değişikliği olduğunu gösterdiler. Arılardaki ruh hali değişikliğinin, insanlardaki çok çeşitli duygular kadar karmaşık olduğu iddia edilmiyor. Ancak laboratuar verileri arılardaki değişikliğin omurgalılara tahminlerden daha çok benzediğini de ortaya koyuyor.
Hayvanlar alemini omurgalılar ve omurgasızlar diye, ikiye ayırmak mümkün. Memelileri, balıkları, kuşları, sürüngenleri vb. hayvanları içine alan omurgalılar, omurgasızlara göre daha gelişmiş ancak türlerin sadece %5’ini oluşturmakta. Omurgasızlar arasında en büyük grubu böcekler oluşturuyor denebilir. Daha az gelişmiş oldukları için omurgasızları duygusuz birer nesne gibi görme eğiliminde olanlar, son araştırmadan sonra düşüncülerini değiştireceklerdir herhalde..
Yapılan deneylerde, kötümserliğe bağlı ruh hali, deneklerin önüne değişik karar durumları konarak anlaşılmakta. Basitçe açıklanırsa, olumsuz bir ruh haline giren omurgalı hayvanların (insanlar dahil) gelecekle ilgili beklentileri de olumsuz oluyor. Ruh halimiz olumluysa bardağı yarı dolu görürken, olumsuz bir ruh hali ile aynı bardağı yarı boş görmekteyiz. Olumsuz ruh hali karar ve beklentilerimizde de kötümserlik getiriyor. Sözü edilen makale, arılarda da ayni tür ruh hali değişikliğinin gözlemlendiğini yazmakta.
Deneylerde arılara önce iki değişik koku ile iki yiyecek türünü ilişkilendirme öğretildi. Birinci koku (1/9 heksanol, 8/9 oktanon) arıların çok sevdiği şekere (sukros) işaret ediyordu. Ters orandaki ikinci koku (8/9 heksanol, 1/9 oktanon) ise arıları hiç sevmediği kinin ile ilişkilendirildi. Arılar doğal olarak birinci kokuyu aldıklarında ağızlarını açıyor ve kokuya doğru gidiyorlar, ikinci kokuda ise ağızlarını kapatıyorlardı.
Bu eğitimden sonra arıların yarısı bir vortekser denen bir makinenin içinde şiddetli ve ani bir çalkalanmaya tabi tutuldu. Bu çalkalanmanın arıları çok kızdırdığı kabul edildi. Daha sonra her iki gruba da başlangıçtaki iki kokunun değişik oranlarda 5 karışımı verildi. Yani değişik oranlarda heksanol ve oktanon ile arıların kafaları karıştırıldı. Elbette şekere yakın kokularda arılar ağızlarını açıyor, kinine yakın kokularda ağızlarını kapıyorlardı. Ancak eşit veya yakın oranlardaki kokularda çalkalanan arılar ağızlarını kapalı tutarken sakin ortamda bekleyen arılar “bir deneyelim” diyerek ağızlarını açtılar. Yani çalkalanan arlar kötümser, sakin arılar iyimser davranıyorlardı. Çalkalanma arıları kötümser yapıyordu.
Bu davranış gözlemlerine ek olarak arıların kafalarındaki nöroaktarıcılar laboratuarda ölçüldü. Çalkalanan böceklerde dopamin (iğrenme/çekilme), oktopamin (öğrenme) ve serotonin (saldırma) düzeylerinin diğer gruba göre azalmış olduğu gözlemlendi.
Araştırmacılara göre arılardaki davranış ve nöroaktarıcı değişiklikleri beyin faaliyetlerinde belirgin bir boyutu ortaya koymaktadır. Çalkalanarak sinirlendirilen arılarda aynen omurgalılarda olduğu gibi, ölçülebilir ve gözlemlenebilir ruh hali ve duygusal değişiklik olmaktadır.
Evcil hayvanlarımızda gözlemlediğimiz, endişe, sinirlilik gibi durumların arılarda ve diğer böceklerde olmayacağını artık kimse iddia edemez. Hatta bakterilerde bile benzer davranış değişiklikleri olabileceği üzerinde çalışılmakta ve bazı belirtiler alınmaktadır. Tüm yaratıkların sadece bir nesne olmayıp, duyguları olan varlıklar olduğunu hala anlamayanlar varsa bunlara bilimin de cevabı açık.